KARAYOLLARI YEŞİL KALIYOR ZATEN..


Dün, “İskenderun Karayolları Yeşil Kalsın Yurttaş İnisiyatif Grubu” eski karayolları arazisinde eylem yaptı. CHP’nin de destek verdiği eylemde ortaya çıkan görüş şu;
“Şehrin merkezinde, 6 mahallenin ortasında, İskenderun içindeki tek yeşil alan olan Karayolları Arazisi’nin geleceği konusundaki çeşitli rivayetlerden rahatsızız. Bizler Karayolları Arazisi’nin, hiçbir ticari faaliyete izin verilmeksizin ve hiçbir kapalı alan olmaksızın, halkın dinlenebileceği ve nefes alabileceği; ayrıca olası deprem felaketinde toplanabileceği ve yağmur sularını çekecek ‘Park Alanı’ olarak bir an önce yapılmasını ve hizmete açılmasını talep ediyoruz.”
Görünün o ki, birileri yine, yeniden düğmeye bastı.
Bir algı oluşturup, içinde aslı astarı olmayan anlamlar yüklemeye başladı.
Biliyorsunuz ki, o arazi 55 dönümlük bir yer..
Eskiden depo ve lojman olarak kullanılan o arazi için, belediye Başkanı Seyfi Dingil göreve gelene kadar hiç kimse parmağını oynatmadı.
İstese bile, başaramadı!
Sağolsun Seyfi Başkan, bir sözüyle 55 dönüm araziyi ‘Botanik Bahçesi’ olsun diye belediyeye kattı, depoları yıktı, temizliğini yaptı!
Gerek belediye meclisinde gerekse her platformda, buraya AVM yapmayacaklarını, konuta açmayacaklarını kesin ifadeyle anlattı.
Hatta bir yıl önce, oranın ‘Botanik Bahçesi’ne dönüşeceğini söyledi zaten..
Nedense birileri ısrarla inanmak istemiyor.
Neymiş? Burası yeşil alan kalmalıymış, park alanı olmalıymış..
İyi de, oraya konut yapılacağına dair müteahhitlerle imza mı atıldı?
‘AVM yapılacak’ diye yatırımcılar açıklama mı yaptı?
Yok.. Hiçbiri söz konusu değil..
Peki bu ara gazını kimler veriyor?
Kimlerin dolduruşu söz konusu? Yoksa ‘üç vakte kadar orada gökdelen yükselecek’ diye rüya tabirleri mi yorumlanıyor?
Hakikaten şaşkınım!
Gerçek şu ki;
Seyfi Başkan el atana kadar, eski karayolları arazisinde yeşil alandan eser bile yoktu. Oranın temizliğini yaparken bile, çirkin görüntüye son verirken, tüm ağaçları, Tabiatı Koruma Varlığı’na kaydettirdi.
Bunun neresi yanlış?!
Orada tek bir ağacın kesilmeyecek olması, çevre düşmanlığı mıdır?
Devasa arazinin ‘Botanik Bahçesi’ olarak değerlendirilmesi, yeşil katliamı mıdır?
Her şeye ‘hayır’ diyen bir anlayış, orada yapılması planlanan “kendi kendini temizleyen biyolojik gölet, ağaç evleri, piknik alanları, çocuk oyun alanları, hayvan kulübeleri, açık oturma alanları, yürüyüş parkurları, mini şelale, fitness alanları ve manzara seyir terasları, sosyal tesisten” neden rahatsızlık duyar?
Bunların olması ‘yeşil’i tahrip etmek midir?
İyi de, orada kongre merkezi neden olmasın?
55 dönüm arazide iki dönüm yerin kültürel etkinliklere hizmet etmesi niçin eylem sebebi sayılıyor?
O bölgede ikamet eden insanlarımız böyle bir çalışma istemiyor mu?
Bu mudur yeşile duyulan saygı?
Düne kadar tek gördükleri manzara, yıkık dökük çirkin depolar değil miydi?
Bugün orada temizlenmiş bir arazi görmüyorlar mı?
Yarın gün gelecek, her tarafı yemyeşil, içinde cıvıl cıvıl insanların gezip, dolaştığı ‘Botanik Bahçesi’ de izleyecekler..
Böyle bir güzellik kimlere nasip olur, bir düşünün?
Botanik Bahçesi, yeşille ve doğayla buluşma noktası olmayacak mı?
Bugün orada ‘yeşile dokunmayın’ diyenler, Belediye Başkanı Seyfi Dingil’in 258 dönümlük Ziraat Bahçesi’nde Hatay’ın en büyük parkını konuşlandırmaya hazırlandığını bilmiyorlar mı?
En azından, bu yapılanlar bile bir takdiri hakkediyor!
Peki orada 50-60 dönümlük arazide ‘750 yataklı hastane kurulması’ fikri var, neden ses vermiyorlar?
Örneğin HBB Başkanı Lütfü Savaş, Nardüzü tarafında ‘yaşam merkezi’ kurmaya hazırlanıyor. İçinde kültürel tesis olmayacak mı, sanıyorsunuz?
Ben bu hizmetlere karşı değilim, ihtiyaç duyulduğunu da biliyorum!
Ama Lütfü Başkan yapınca ağzını bıçak açmayanların, söz konusu Seyfi Başkan olunca, iki devasa yerde ‘park yapacağının sözünü’ verdiği halde, kıyametler koparmasına anlam veremiyorum..
Neyi beğenmiyorsunuz?
Neyi anlamak istemiyorsunuz?
O yüzden ben oluşturulmak istenen algıyı ‘siyasi’ bir çıkış olarak görüyorum.
Birileri yanlış atı oynuyor, insanlarımızı da etkilemeye çalışıyorlar.
Seyfi Başkan’ın ilk günkü duruşu ortada.. Hem karayollarında toplanan insanlarımızla, Seyfi Başkan’ın söyledikleri zaten aynı..
Her iki taraf ‘Park’ olsun istiyor, peki anlaşılmayan durum nedir?
Tamam.. Ortada bir süreç var, bu da ‘acaba’ sorusunu sormanıza sebep olabilir..
Ama herkes biliyor ki, Seyfi Başkan’ın elinde sihirli bir değnek yok!
Bu proje maliyetle bir iş.. Finansmanı konusunda ciddi bir adım aşıldı.
16 Nisan Referandumundan sonra, ihaleye çıkılıyor.
Bakalım bu proje sonuçlandığında da, Seyfi Başkanı bu güzel çalışmadan ötürü suçlayacak mısınız?
Bırakın da tepkilerle boğuşmayı, en azından ‘Botanik Bahçesi’ olsun diye destek verin. Bize yakışan budur!

BU MUDUR DEMOKRATLIK?’
CHP İskenderun İlçe yönetimi, aynı partiden meclis üyesi olan Fatma Korçak hakkında yaptırım uyguladı. Sebebi şu;
Denetim Komisyonu’nda yer alan Fatma Korçak, 2016 yılı faaliyetlerinin incelendiği ‘Denetim Raporu’nda tespit edilen ve güya 13 maddeden oluşan aksaklık iddialarına katılmadığını belirtmiş.
Bunu yaparken de, partinin meclis grubu ve ilçe başkanlığı ile gerekli görüşmeleri yapmamış ve grup toplantılarına da katılmamış!
Oysa Fatma Hanım, aynı tavrı geçen sene komisyonlar belirlenirken de göstermemiş miydi? Hem Fatma Hanım herkes gibi düşünmek zorunda mı?
Hani CHP’nin literatüründe ‘herkes fikrini söyleyebilir, uygulayabilir’ mantığı yatıyordu? Sergilediği tavır yanlış olsa bile, CHP yönetimi Fatma Hanım’la görüşmeyi denedi mi? Neden böyle bir karar aldığını sorguladı mı?
O’nu yeniden kazanmaya çalıştı mı? Bilmiyorum..
Ama bildiğim şu ki;
Yusuf Civelek döneminde de benzer bir hadise yaşandı. CHP içinden birkaç meclis üyesi, ‘komisyon seçiminde’ ilçe yönetimi ve Yusuf Civelek’in bakış açısıyla hareket etmedi.
Yine benzer bir yaptırım uygulanmış, ben de o vakit ‘bundan birşey çıkmaz’ demiştim. Zaten bir şey de olmamıştı!
Hem örnekleri günümüzde de yaşanıyor.
Zaman zaman bugün mecliste alınan kararlarda, Seyfi Başkan ile AK Parti grubu arasında anlaşmazlıklar olsa da, kendi içlerinde bile bir uygulama hakkında ‘hayır’ oyu kullananlar çıksa da, oturup konuşuyorlar..
Peki bu iki mevzuya baktığımızda hangisi daha demokrat bir yaklaşım olarak görebiliriz? Hani farklılıklarımız zenginliğimizdi?
Herkes aynı şeyi düşünmek zorunda mı?
Bu dayatmalara son verilmeyecek mi?