ATATÜRK ENDÜLÜS VE ŞEHİTLERİMİZ

Birinci Dünya Harbi sonlarında artık Mısır ve Libya Osmanlı sınırları içinde değildi. Ama başta Atatürk olmak üzere birçok subay bu ülkelerin verdiği bağımsızlık savaşına destek vermek üzere bu ülkelere giderler. Atatürk Libya’da hastalanır ve tedavi için Mısır’a döner, tedaviden sonra Libya’ya geri gelir. Tedavi esnasında Salih Bozok’a bir mektup yazar. Annesine kendi ağzından bir mektup yazmasını ve İstanbul’da olduğunu söylemesini ister.

Bir de ondan Endülüs’ün son günlerini okumasını ister. Bir anne olduğunuzu ve evladınızın bir ömür cepheden cepheye gittiğini düşünün. İşte Türk anneleri her biriniz bir Atatürk annesisiniz! Burada çıkaracağımız bir sonuçta aslında Türklere karşı olan Arap direnişinin aslında Arapların çok azını kapsadığıdır. Zira savaştan sonra Türk subayları bu ülkelerdeki direnişleri organize etmişlerdir. Bu subaylardan biri de Atatürk’tür. Irak’ta, Kütül Amara’da Türklerle birlikte İngilizlere karşı savaşan Arap aşiretleri İngilizlere dünyayı dar etmişlerdir. Atatürk bu aşiretleri savaştan sonra Türkiye’ye davet eder, üç aşiret Urfa’ya yerleşir ve daha sonra ikisi Irak’a geri döner.

Acaba Atatürk’ün okunmasını istediği Endülüs’ün son günlerinin hikmeti ne olabilirdi? Son Endülüs Devleti olan Granada Emiri Ebu Abdullah Muhammet hayatlarının bağışlanması karşılığında savaşmadan ülkesini İspanyollara teslim eder. Yüksekçe bir tepeden son kez Elhamra sarayına bakarken gözyaşlarını tutamaz.
Annesi ona: “Ağlama oğlum, erkek gibi savaşsaydın, şimdi kadın gibi ağlamazdın.” der.
Tabi olay burada bitmez. Teslim olmak onların katledilmelerine engel olamamıştır. Çoğu Hıristiyanlaşmış, bir kısmı Çingenelerin arasına karışmıştır. Bu gün esmer tenli, İspanyolların ve Meksikalıların bizlere bu kadar benzemelerinin hikayesi budur. Bence annesi sultanın yetiştirilmesini babasına bıraksaydı o da erkek gibi savaşırdı. Bu gün otoriteyi ele geçirmeye çalışan birçok kadın vardır. Eşini ehlileştirmeye çalıştığını söyleyenleri kulaklarımla duydum. İşte bu doğal dengenin bozulması sonradan onarılamayacak yaralar açmaktadır. Bugün saray tarihimizi anlatan filmlerin konusunu padişahı ehlileştirmeye çalışan saray kadınlarının hayat hikayesi oluşturmaktadır ve bugünkü kadınların akıl hocalığını yapmaktadırlar. Düşman uyumuyor. Umarım bir gün bizi de ehlileştirecek birilerine denk gelmeyiz. Amerika’da Meluncanlar olarak bilinen 4 milyon nüfusu olan bir kavim vardır. Bunlar Yelkenlilerle İnebahtı savaşı için denize açılan Osmanlı deniz askerlerinin çocuklarıdır. Bu savaşta İspanyollara esir düşüp Amerika’ya götürülmüşlerdir. Bunların anneleri kalfalar tarafından haremde, devlet adamları için yetiştirilen kadınlardır. Çocukları denize açılırken ağlamamışlardır bile. Tıpkı bugün 18 yaşını dolduran ve bisikletle dünya turuna çıkan bir çocuğun Alman annesi gibi…

Endülüs devleti bu gün dahi dünyanın birçok yerinde bulunmayan şehircilik örneklerini İspanyollara bıraktı. Bıraktıkları tıp, astronomi, denizcilik ve diğer ilmi çalışmalar. Avrupa medeniyetinin oluşmasının tek kaynağıdır. Halbuki Avrupa’da insanlar daha iki yüz yıl “Dünya yuvarlaktır.” dedikleri için asılmaya devam etmişlerdir. Üstelik bırakılan ilmi eserlerde her meridyen arasının 4 dakika olduğu teferruatı bile vardı. Demek ki yüksek bir hayat standardı tedbir alınmazsa medeniyetinizin ve hayatınızın da sonu oluyormuş.
Bir büyüğümüzün dediği gibi: “Rahatlık ölümdür.” İşte onun için bazı istihbarat örgütleri kendi milletlerini çileden çileye sokarlar.
Bosna Hersek’te 1992 yılından itibaren on binlerce Boşnak kadın tecavüz uğramıştır. Bir kısmına köpek cenini yerleştirilerek deneyler yapılmıştır. Katledilenleri kayıp saymıyoruz. Irak’ta yaklaşık 2 milyon kadın dul kalmıştır. 2 milyon çocuk yetim kalmıştır. 2 milyon insan ya ölmüş ya da kaybolmuştur. Yüz binlerce kadın fahişe olmuştur. Nikah düşmeyenlerle cinsel ilişkiye zorlanmıştır. İşte Atatürk’ün Endülüs’ün son günlerinden kastı buydu. Ne yazık ki yıllardır süren savaşlardan yorgun düşen Atatürk’ün silah arkadaşlarından çoğunun, hatta Halide Edip Adıvar’ın dahi Amerikan veya İngiliz mandasının kabulünün en doğru yol olduğunu Atatürk’e ısrarla kabul ettirmeye çalıştıkları söylenir. Ancak bağımsızlıkta ısrarlıdır. Zira o Endülüs’ün son günlerini biliyordu. Amerikalı müfettişler Kilikya incelemelerinden sonra Harput’ta Atatürk’le buluşurlar ve manda konusundaki fikrini sorarlar. Atatürk tam bağımsızlık fikrini iletir. Bu arada Amerikalı müfettişler Misakı Mili sınırları içindeki cami sayısının diğer ibadethane sayısından çok fazla olduğu raporuyla dönerler. Bu arada Atatürk Sivas’tan Ankara’ya gidecektir. Ama ne benzin ne de yedek lastik vardır. Atatürk’ün arkadaşları bir teklifte bulunur. Harput Amerikan Koleji’nin Müdürü’nün Atatürk’e ve kurtuluş mücadelesine duyduğu sempatiden bahsederler ve benzin talep edebileceklerini söylerler. Atatürk onlara: “Benim ismimi kullanmayın, borç olarak bir gün mutlaka ödenmek kaydıyla talep edin.” der. Atatürk’ün, “Dünyalara hükmettim, ama bir lastik ve birkaç teneke benzin bulamıyorum.” dediği olay budur.

Birinci Dünya Harbi’nde savaştan bıkan batılılar Almanya’ya karşı Amerika’nın yanlarında savaşa girmesini talep ederler. Buna karşılık Amerika’nın istediği tek şey toprak kazanımı olmadan savaşa son verilmesi olmuştur. Bu Türkiye’nin Kurtuluş Harbinin kazanılacağının ilahi bir müjdesi olmuştur. 1917’de Rusya’da darbe olması ve iktidar değişikliği ve Kazım Karabekir’in doğu cephesinde Ermeni komitacılara karşı kazandığı zafer neticesinde Sovyetler Birliği ile anlaşma imzalanarak doğu cephesi sağlama alınmıştır. Böylece Kurtuluş Harbi’ni sadece Yunanistan’a karşı vermemiz yeterli olmuştur. Atatürk’ün ileri görüşlülüğü onu haklı çıkarmıştır.

Önceki yüz yıla kadar Avrupa sömürgeciydi. Beyaz ırk dışındakileri insan saymazdı ve Hıristiyan kulübü idi. Amerika ise İngiltere’nin sömürgesi idi 1775 yılından itibaren sekiz yıl süren bir savaşla bağımsızlığını kazanmıştır. 1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyanname’si Birleşmiş Milletlerin kurulması ile yayınlanmış olmakla birlikte aslını 1775 yılında yayınlanan, tüm insanların eşit haklara sahip olduğunu ilan eden Amerika Haklar Bildirgesi oluşturmaktadır. Amerika bir Hıristiyan kulübü değildir. Tüm inançlara eşit mesafededir. Haklar Bildirgesi’nde ayrıca zulmeden yönetimlere karşı milletlerin kaderini belirleme hakkına sahip olduğu yazmaktadır. Birinci Dünya Harbi’ne sebep olan sömürge yarışı, din savaşları, ırkçılık Amerika’nın savaşa girmesiyle Avrupa’da da şekil değiştirmiş önemli ölçüde yumuşamıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti de üçüncü dünya ülkelerine örnek teşkil etmiş ve bugün bu sayede 200’ün üzerinde bağımsız devlet bulunmaktadır.

Bugün dünyada yedi buçuk milyar insan yaşamaktadır. Ancak onun yüzlerce katı insan ölmüştür. 30–40 yıl önce yaşayan insanların bugün yüzde altmışı artık aramızda yoktur. Bu bize ölüm gerçeğini anlatmaktadır. Ne kadar kaçarsanız kaçın belki de dünyada hatırladığınız son şey uyuşan kolunuz, hızla uzaya çekilen ayağınız olacaktır. Bir bakmışsınız ki sınırsız zaman ve mekan içinde, bambaşka bir alemde yapayalnızsınız. Bugüne kadar bundan kurtulan olmamıştır. Ben bunları yazarken dünyaya direk kalacağını sanan insanlar ölmeye devam etmektedir.
Çanakkale Savaşı’nda 250 bin şehit verdik. Kınalı ana kuzuları idi onlar. Sarıkamış’ta satranç oynar gibi 90 bin kişi şahadete yollanmıştır. Ateş düştüğü yeri yakar. Elbette ki hiç kimse evladını kaybetmek istemez ve Allah kimseye genç ateşi vermesin. Eğer bir ihmal varsa acılar daha da büyük olmaktadır. İşte bizim işimizin mantığı maalesef böyle olmuş, istim arkadan gelsin. Denetleme, savaş kazanmaktan daha önemli! Unutmak üzere öğrenmek, alışkanlık kazanmak olan eğitimden önemli! Bütün bunların çaresi ise eğitimdir. Ümit ediyoruz bu konularda da gelişme daha çabuk olur. Kore Harbi sırasında Amerika radyolarında şu ifadeler dolaşıyordu: “Amerikalı anneler, bakın elin anneleri Anadolu bozkırlarında ne evlatlar yetiştiriyor.” İşte Türk Annesi ve ailesi budur. Yaklaşık bin şehit vermiştik. Ama hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yalnızlıktan kurtarmıştık. Hem Kore’yi kurtarmıştık, Hem de Birleşmiş Milletlerin Tümen Tümen askerlerinin denize dökülmesine engel olmuştuk.

Kore’de esir düşen 250 civarındaki Türk askerinden tamamı sağ kalmış ve ülkesine dönmüştür. Halbuki diğer ülke askerlerinin neredeyse yarısı beyin yıkama ve psikolojik baskı nedeniyle ya ölmüş ya da Çin’de kalarak kendi ülkeleri aleyhine çalışmalara katılmışlardır. Bu batıda bir inceleme konusu olarak uzun yıllar gündemi meşgul etmiştir. İşte bizim yüksek moral değerlerimizin meyvesi budur. Çarpıtılmış harem hikayelerinin bizimle alakası yoktur ve bir beşinci kol faaliyetidir.
Türkiye’de basılan bir gazetede, ay yıldızlı bayrağın sarılı olduğu tabutun üzerine kapanan bir aile ağlıyordu. Kocaman manşette: “İşte Türk Ailesi…” Diyordu. Bende -acaba bir düşman gazetesi mi?- diye çağrışım yaptı. Sanki: “Biz Türk ailelerini işte bu duruma getirdik.” diyordu. Halbuki sabır tavsiye eden ve hüsrana uğramayacak olan gazetelerin başlıkları da vardı.

Her gün İstanbul’da yaklaşık iki bin kişi ölmektedir. Onların manşet olmamasının sebebi ölüm şekilleridir. Ölüm bizi ve yakınlarımızı her an beklemektedir ve hayatın gerçeğidir. Allah kimseye evlat acısı vermesin. Ama ölüm hayatın değişmez bir parçasıdır. Her sonuca göre hazırlığımız olmazsa, namusu ayaklar altına alınmış çaresizler gibi ağlarız, ölmek isteriz de ölüm elimize geçmez.
Bunun için ileri görüşlü, vizyon sahibi olmak, eğitimli olmak, her şeyi gerektiği gibi yapmak tek çaredir. Allah cümle şehitlerimize rahmet eylesin, sahiplerine sabır ve mükafatlarını versin, bizleri de şefaatlerinden mahrum etmesin. Bir daha da genç ateşi vermesin. Şimdiye kadar her şeyi devletten beklediğimi ifade ettim. Ancak olmadığını düşünelim ve bir uçtan biz başlayalım. Finliler bu yüksek eğitim seviyesinin başlangıcını kendileri yaptılar, devlet değil. Kendi çevremizden, konuşarak değil örnek olarak başlayalım. İnsan tutkularının esiridir. Evladımız bile olsa kaybetme ihtimali olan her şeye tutku derecesinde bağlanmamalı ve bağımlı yapmamalıyız. Sonra ayrılığın acısı dayanılmaz olur ve çocuğumuz biz olmadan ekmek bile alamaz. Biz şanlı tarihimizdeki gibi ölüme ve savaşa hazır olmalıyız ki barış içinde onurumuzla yaşayalım. Bu sadece bir slogan olarak kalmamalı, bunu eğitimle hayatımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Selam ve Esenlikler.

Mehmet Haşmet KOLAĞASI – 16 Şubat 2022 Çarşamba