LİYAKAT!


Önce bu kelimenin ne anlama geldiğini bir bakalım. Liyakat demek, layık olma, yaraşma, yaraşırlık, uygunluk, yeterlilik, yetenek demek..

Anlam yüklü, bir o kadar kişiye özellik katan bir değer..
Hani bir işi yaparken, gözlemlememiz gereken karakter meselesinin önceliklerindedir..
Omurgaya çimento katar!
Bir görevi birine teslim ediyorsak, layık mıdır, uygun mudur, yeterli midir diye bakarız ya, bir amaç teşkil ediyor icabında..
‘Diriliş’ dizisinin son bölümünde Ertuğrul, kardeşi Dündar Bey’i yaptığı yanlışlardan ötürü Oba’dan gönderirken “Bizim dinimizde liyakat esastır” diyordu.
Liyakat yoksa, kardeşi de olsa affedilmeyecek bir durum bu..
Gözünün yaşına bakmadı yani..
Ama görüyorum ki, kamu kurumlarında liyakata pek itibar etmiyoruz.
Yerel yönetimlerle, bürokraside hatta siyasette, mesleğimizde işler yürümüyorsa, sebebi de budur.
Liyakat önceliğimiz yok nedense..
Birileri makam görünce, şımarıyor..
Çünkü o işin çıraklını yapmamış!
Hatta beceremiyor..
Bazıları içine kapanıyor..
Bazıları da ‘biat’ dışında birşey düşünmüyor.
Sınavlar bazen hükmünü yitiriyor.
Adamcılık meslek haline geliyor..
Cemaatlere bel bağlıyoruz.
Milli Eğitimde, sağlıkta, belediyelerde, kamu kuruluşlarında eğer birileri 3. Sayfa haberlerine konu oluyorsa, bu ‘liyakata’ değer vermediğimizden kaynaklanıyor.
Böyle olunca, rüşveti konuşuyoruz..
Belgelerle vakit geçiriyoruz.
Siyaseti kirletiyoruz.
Hiçbirşey bilmeyen uzman kesiliyoruz.
Memleketin önceliklerini unutuyoruz..
Sorunları öteliyoruz..
Önceliklerimizi sümen altı ediyoruz.
Duymuyoruz, işitmiyoruz, konuşmuyoruz!
Vatandaşın çığlığına kulak vermiyoruz.
Kadroları eli iş tutmazlarla dolduruyoruz.
Güvenmiyoruz, hiçbir şeyi umursamıyoruz.
***
Soruyorum o halde;
Hz. Peygamberimiz Mekke’yi fethettiği vakit, Kabe’nin anahtarını kendine karşı savaşanlardan Osman Bin Talha’ya vermedi mi?
Çünkü liyakat sahibiydi!
Yüce Allahımız kitabında; Allah size emanetleri ehlinize vermenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder, demiyor muydu?
Ecdadımızın, bu anlayışla neredeyse bin yıl önce temelini attığı Osmanlı imparatorluğunun iş anlayışı böyleydi.
Ama görüyoruz ki;
Kamu kurumlarında gördüğümüz en büyük sorunlardan biri olan görev verme beceriksizliği yüzünden güzelim ülkemizin güzelim kurumları ziyan oluyor.
Maalesef kendi birimleri içinde bile işi anlayan hiç olmadık işlerle uğraşıyor, en olması gereken adamlar en akla zarar işlerle iştigal oluyor.
İnşallah bu beceriksizliğe sebep olan yöneticiler bir an önce dinimizin emrettiği istikamet üzerinde olurlar. Kim nerede faydalıysa, kim nereyi hak ediyorsa ve kim neyi becerebiliyorsa o işlere ehil insanlar yetkilendirilirler.
Ne diyordu Ertuğrul Gazi; Sabır acıdır ama meyvesi tatlıdır!
Sabrediyoruz! Düzelir diye..