PİR SULTAN ABDAL’IN TEVHİT ŞİİRİNDEN ALINTI

Aya güne (güneşe) nazar eyle
Ay Muhammet nur içinde
Ay Alidir gün (güneş) Muhammet
Okunan seksen bin ayet

Kuduretten verdi balı
Bahanesi oldu arı

Pir Sultanım ey gaziler
Yürekte yara sızılar
Talip de Pirin arzular
Bülbül öter gül içinde.

TEVHİT (DİNİN VE ÜLKENİN BİRLİĞİ)
Tevhit; Allah’ın tekliğine, varlığına, bütün yetkin konuların kendisinde toplandığına inanmaktır. Allah birdir ve tektir inancını tamamlayan; Lâ İlâhe İllallâh sözcüklerine kelime-i tevhit adı verilir ve sık bir şekilde tekrarlanır.
Tevhit; insanlığın tarihi
İnsanlar ya Tevhit dinine ya da şirk dinlerine inanır. Üçüncü bir yol yoktur insanın hayatında. Şirk, nasıl insanların kendi heva ve heveslerinden uydurdukları bütün dinleri tanımlıyorsa, Tevhit’te Allah’ın vahiy yoluyla gönderdiği dini tanımlar.
İnsanlık ailesinin en öncelikli faaliyeti ve meselesi kendi özgür iradesiyle ‘Tevhit’ ile şirk arasındaki seçimdir. Ya da hak ile batıl, hidayet ile dalâlet, bir Allah’a ibadet ile birden fazla tanrıya kulluk, iki dünyalı yaşama ile sadece bu dünyalık yaşamak arasındaki tercihtir. İnsan hayatına ya tevhit’in getirdiği ilke ve ölçülerle yön verir, ya da onun dışında herhangi bir şeyle. Kuşkusuz ki insan yaptığı seçimin, yani seçtiği hayat tarzının sonucunu da -iyi veya kötü- mutlaka görür.
Tarih baştanbaşa bir ‘tevhit-şirk’ mücadelesidir denilse sezadır. İnsanlık başlangıçta bir ümmetti. Sonra aralarında anlaşmazlık çıktı. İhtilafa düştüler, farklı inançlara ve düşüncelere sapmaya başladılar (Yunus, 10/19). Bunun üzerine Allah (c) onlara uyarıcı ve müjdeleyici elçiler gönderdi (Bakara, 2/213). Buradaki ümmet kelimesini ‘tevhide gönülden bağlı topluluk’ olarak anlarsak, bu demektir ki insanlığın ilk dini Tevhit idi. Allah (c) insanlardan bu anlamda söz aldığını söylüyor (A’râf, 7/173).
Allah (c), kullarından aldığı bu söz üzerine onları bilme, düşünme, anlama ve akletme yetenekleriyle donatmış ve ayrıca onlara hidâyeti (doğru yolu) gösteren peygamber göndermiştir.
Kur’ân baştan sona kadar Tevhit’ten söz etmektedir. Bütün peygamberler Tevhit’i ikame etsinler diye gönderilmiştir. Kur’an’a baktığımız zaman, bütün peygamberlerin üzerinde ısrarla durdukları ve insanların onu kavramaları için her türlü zorluklara katlandıkları konu buydu. Allah’ın her hususta, yani hayatın her sahasında “tek” olarak kabul edilmesi, O’na kesinlikle şirk koşulmaması ve yalnızca O’na ibadet edilmesiydi.
Hz. Muhammed (s) de peygamberlik hayatı boyunca en küçük bir tâviz vermeden Tevhit’i anlattı, insanların Tevhit’e uygun bir hayat yaşamalarını öğütledi, iman edenleri Vahy ile terbiye etmeye çalıştı. Kısaca o, hayatın ortasına Tevhit’in konulması mücadelesini sürdürdü.

TEVHİT; BİR OLANI TANIMAK
‘Tevhit’, hem inanç açısından Allah’ı, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ‘birlemek, hem de ibadeti yalnızca Allah’a mahsus kılmaktır.
‘Tevhit’ (Tevhid), Arapça ‘vhd’ kökünden, tef’il babından ‘vahhade’ fiilinin mastarıdır. Bu da sözlükte, bir şeyin ‘bir’ olduğuna hükmetmek, onu ‘bir’ olarak bilmek, bir şeyi diğerlerinden ayırarak onu tek kılmak, birlemek gibi anlamlara gelmektedir.
Kavram olarak ‘tevhit’, kısaca mutlak anlamda Allah’ın bir olduğunu bilmeyi, O’ndan başka ilâh bulunmadığına, ortağı ve benzeri olmaktan uzak bulunduğuna inanmayı ifade eder.
Bu tanıma, O’ndan başka ilaha ibadet etmemek, O’ndan peygamberler ve ilahî kitaplar aracılığıyla gelen gerçekleri kabul edip pratize etmek anlamı da dâhildir. Tevhit inancı, hayatın merkezine bir Allah’ı koymadır.
‘Tevhit’ten maksat, Allah’ı birlemek ve O’nu bir olarak kabul etmektir. Buradaki “bir”den amaç sayı yönünden bir olması değil, O’nun hiçbir şekilde ortağının, benzerinin ve eşinin olmaması, ezelî ve ebedî sıfatları yönünden hiçbir şeye benzememesi, Kur’an’ın ifadesiyle ‘hiçbir şekilde denginin bulunmamasıdır.
Dinin temel hedefi insanı hak ve adalete sevk etmektir. İslam dininin yazılı tek kaynağı KUR’AN (Allah)’dır. Soruları ve delilleri Kur’an’da aramalı.
Din hakkında çeşitli tartışmalar farklı görüşler gündeme geldiğinde sorunun kaynağını Kur’an’da aramalı. Din Allah tarafından insanlara gönderilen bir SİSTEMDİR.
Peygamberler, gönderildikleri dönemlerde peygamberlerin anlattığı, aktardığı din ve kurallar, toplumsal mevcut geleneklerle mukayese edilerek, toplumlar tarafından kabul veya direnç oluşturmuşlardır.
Toplumlar atalarından miras kalan gelenek ve göreneklere bağlı kalmayı üstün bir meziyet ve vefa/sadakat olarak görürken, peygamberler ise en büyük yaratıcı Allah’ın kurallarını içinde barındıran DİNİ kabul etmenin daha yüce meziyet olduğunu anlatmışlardır.
Buna karşın insanlar alışageldikleri toplumlarında kabul edip yaşama uyguladıkları atalardan kalma gelenek ve örf-adetleri hiç zorluk çekmeden kafalarını (akıllarını) yormadan uygulayabildikleri için, peygamberlerin getirdiği din kurallarına ciddi direnç ve olumsuzluklar oluşturmuşlardır.
Toplumun ileri gelenleri ataların yaşam kurallarını, dinin kuralları olarak kabul edip uygulanmasını peygamberlere teklif etmişlerdir.
Peygamberler ise dini kuralları kendilerinin belirlemediğini, yüce yaratıcı Allah’ın belirleyip, kendilerine vahiy yoluyla ilettiğini, kendisinin bu gelen vahiyi insanlara anlatma ve uygulamaları göstermekten başka bir yetki ve görevi olmadığını ısrarla anlatmışlardır.
Atalarının adetlerini yaşam olarak devam etmekte direnenlere, Hz. Peygamber şu sure ve ayetleri anlatmıştır:
31 Lokman suresi – 21.ayet
14 İbrahim suresi – 10.ayet
11 Hud suresi – 62.ve 109. Ayet
5 Maide suresi – 104.ayet
7 Araf suresi – 20.ayet
21- Yoksa onlara bundan önce bir kitap verdik de ona mı yapışmaktadırlar?
22- Hayır dediler ki: “Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, onların eserlerini izleyerek doğruya varacağız.”
23- İşte böyle! Senden önce de bir memlekete elçi gönderdiğimizde, oranın servetle şımarmış elit tabakası mutlaka şöyle demişlerdir: “Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, onların eserlerine uyarak yol alacağız.”
24- O da “Ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?” dedi. Onlar da “Doğrusu biz seninle gönderileni tanımıyoruz.” dediler.
43-Zuhruf Suresi 21-24

Recep EKİNCİ